Bazen bir düşünceye, bir kitaba, bir şarkıya ya da bir kişiye kendimizi bırakmak ne kadar korkutucu geliyor. Peki orada kaçtığımız, korktuğumuz ya da direndiğimiz aslında nedir, hiç fark ediyor muyuz?
Okuduğum bir yazının, tanıştığım bir kişinin bazı cümleleri direnç göstermeme sebep olur bazen. O zaman dönüyorum kendime ve soruyorum:
“Nereden geliyor bu rahatsız edici, güçlü duygu? Kaynağı ne? Farkındalık mı yaratıyor yoksa daha önce bastırdığım/görmediğim/görülmeyen bir duygumu mu tetikliyor? Sonucu ne olursa olsun neden direnç gösteriyorum ve nedir beni buradan kaçma isteği ile dolduran?”
Çoğu zaman değişmemek için manipüle ederiz kendimizi. Halbuki; değişimdir yaşadığımız döngülerden bizi kurtaracak olan. Yine de tutunuruz döngüsünde sıkıştığımız gerçekliğin kaybolup gitmemesi için. Ta ki tutunacak yer kalmayana kadar. Sonrası ışık. O da kendimiz için en kusursuz rolün “kurban rolü” olduğuna karar vermezsek.
Klasik “dibe vurmadan ışığı göremezsin” hikayesi..
Tutunmak için direndiğimiz yerlerin kalmadığını görmeye gerek var mı gerçekten, dibe vurmaya, artık dayanamamaya, drama? Bunun için gelmiş olamayız.
Değişimden bu kadar kaçmamalıyız. Hatta değişim enerjisinin kendisi olmalı, bunu bilinç ve neşeyle yapmalıyız. Direnç gösterdiğimiz yerleri fark etmeye niyet etmeli, değişimi her haliyle alıp kabul etmeliyiz.
Kaybetmeye ya da belki kırılmaya da gönüllü olarak.
Üzülmenin ve kaybetmenin de bu yaşamın içinde olduğu farkındalığıyla gerçekten yaşamak, bulunduğumuz andan keyif almayı seçmek bu kadar korkutucu olmamalı. Çünkü; her zaman bir hediyesi vardır görmeyi seçersen.
Zihnimizle yaşadığımız acı verici deneyimleri görmek yerine, bir sanatçı gibi başka bir frekansta ya da gerçeklikte sadece içimizden geçenleri görmek ve bunları yaratmak ne harika olmaz mı?
Tüm bu seçimler ne yaratır, karşımıza kimleri ve neleri, hangi fırsatları çıkarır?
Evren göstersin o zaman sihrini!
|