Dr. Hamit Kurt
Yaşamak belli bir amaç doğrultusunda olduğu sürece anlam kazanır. Elbette geleceğimizi düşünmeliyiz ve o yönde hareket etmeliyiz. Ama bugün mutlu olmamız gerekirken; basit bir sebebe bağlayarak yarına ertelememeliyiz. Olumsuzluk içerisinde mutlaka olumlu bir yan aramalıyız. Hayatı da olduğu gibi ne fazla kasarak, ne de erteleyerek yaşamamalıyız.
Bizim oğlanın sünneti var, hele bu sünnet düğününü atlatalım, tatile çıkarız. Kızımız evlensin, yeni eve taşınırız. Önümüz kış, hele bir yaz olsun, dedemleri ziyaret ederiz. Havalar çok sıcak, hele bir serinlesin, spor yaparız. Hele bir toparlanalım, yeni bir araba alırız… Hele, hele, hele… Ve buna benzer bir sürü cümle sıralanır. İşte hayat bu cümlelerle başlar, benzer ihtiyaç arz eden cümlelerle devam eder: Sünnet düğününden sonra, okul, askerlik, iş, evlilik vs. Bir bakmışsınız; koca hayatı erteleye erteleye yolun sonuna gelmişsiniz.
Ve hep akla gelen ilk cümle: Yirmi sene önce bu aklım olacaktı ki, neler neler yapardım. Ama yapamadın!… Yolun sonuna geldin, göçüp gidiyorsun. Mutluluğu erteledin, yaşaman gereken zamanı çarçur ettin. Uzun vadeli hesaba benzettin hayatı; gün gittikçe kar sağlayan bir hesaba.
Ne oldu? Zaman akıp gitti mi? Gitti valla…Acaba başka coğrafyalarda mutluluğu erteleyenlerin sebepleri bizimkilerle paralel midir?
Başka ülkelerin insanları bizim gibi mutluluğu çarçur ediyor mu, küçük sebepler bularak?
Hiç sanmıyorum…Geçen senelerde bir gazetede okumuştum: Norveçli bir denge ustası olan sporcu, Norveç’in en yüksek, en tehlikeli nerede bir dağı, vadisi, kanyonu ve uçurumu varsa, oralarda denge gösterisi yapıyormuş; en ufak hatanın hayatına mal olacağını bilmesine rağmen. Anı keyfini çıkarıyordu.
Gidin ölüm riski olan denge gösterisini yapın demiyorum; mutluluğu gereksiz nedenlerle ertelemeyin. Unutmayın! Zamanın telafisi yok. Keşklerin olmadığı huzurlu bir yaşam yolculuğuna çıkmaya ne dersiniz?
